Hakka olan yolculuk…
Ana bağlantı: https://kaotima.com
İletişim: [email protected]
Hak, insanın düşüncesine bağlı değildir. Hak, insanın düşüncesiyle ulaştığı şeydir. Bu düşünceler bir yoldur. Hakka giden yol... Hak, kimseye bağlı değildir. Hak yıllar önce kendi yolunu belirlemiştir; başlangıcı ve sonu yoktur, ebedidir. Bize de o yoldan gitmek düşer. İçinde yaşanılan evrenin ve içinde yaşayan insanların varoluşundan itibaren neyin neye teşkil ettiği bellidir. Hak bu yüzden yıllar önce kendi yolunu belirlemiştir. Bu yüzden neyin doğru olduğu bir seçim değil, keşiftir. Doğrular ve yanlışlar yaratıldı. Onları bulmak insana kaldı.
Herhangi bir şeyin doğru mu yoksa yanlış mı olduğuna, o şeyin tüm insan alemine etkisi dikkate alınarak karar verilmelidir. İnsanlar için dünyadaki tüm fayda ve zararların tamamı bütünsel olarak önemsenmelidir. Yani buna göre tüm fikir ve davranışların etiği, o fikir ve davranışların ilgilendirdiği her şeyin insan alemine etkisi önemsenerek yorumlanmalıdır. İnsanlığa verilen önem ile ortaya konan her fikir, mutlaka belli bir noktada aynı amaçla ortaya konan diğer tüm fikirlerle uyuşacaktır. Mesela insanların bu fikre hep birlikte sahip olmaları onlara birbirlerini önemseteceği için insanlar arasında kararlı bir bağ oluşacaktır, ilgili önemden doğan fikirler sayesinde insanların genelinde insan sevgisi oluşacak ve bu durum insanların süper egoya erişmesine yardımcı olacaktır. Birey, erdemin gereksinimlerini kendisiyle çelişmeksizin karşılayabilecek ve egoyu tüm insan âlemine atfedebilecektir; yani insanlığın gerekli erdemi karşılayarak güçlü bir birlik oluşturduğu bir varsayımdaki bireyler, artık kendilerine özel bir anlam atfetmek yerine bir bütün gibi hareket eden bu birliğe özel bir anlam atfedeceklerdir. İşte bu, erdemin olması gereken şekilde can bulmasıdır; insanların önem verdiği bu birliğin tek bir benliğe oranla çok daha değerli ve anlamlı olması, dolayısıyla da bu değerli ve çok anlamlı olan önem karşısında kişinin kendisinin önemsiz dereceye gelmesi, kişinin hayvani nefsi yüzünden ortaya çıkan kendini önemseme bağımlılığından kurtulmasını sağlar. Bunun sayesinde ölmekten, acı çekmekten, kişisel kayıplar vermekten korkmak gibi durumların duygularımızı aklımızın önüne geçirmesine engel olabiliriz. İşte tüm bu teşekküller, bundan doğacak olan amaçların sonuçları oldukları için teşekkül edeceklerdir. Bunlardan çok daha fazlasına kapı aralayacaktır…
Doğru ve yanlış, akıllı varlıklar -yani insanlar- tarafından bağımlı olunan doğal davranışlar üzerine alınan kararlara göre belirlenir. İnsanın doğuştan eğilimli olduğu birtakım elzem davranışlara dayalı olarak doğru ve yanlış belirlenmeye çalışılır. İnsanlar bazı durumlarda acı hissederler ve o durumlarda acıyı hissetmek insanın seçimi değildir. Bu acının hissedilmesine insan tarafından karar verilmemiştir. İnsan bu konuda kısmen bağımlıdır, belli aktiviteleri yerine getirmek zorundadır, fakat bu her doğal eğilim için geçerli değildir. İnsanı hayvandan ayıran şeylerden biri, insanın doğasından gelen eğilimlerin hepsine hayvanlar gibi bağımlı olmaması, bunlardan bazılarını etkileyebilmesidir. Kişi, düşünceleri ve telkinleri ile doğuştan gelen özelliklerini eğitebilir. Bunun sayesinde öfke, merhamet, nefret, heyecan, sevgi gibi duygular ve saldırganlık, tolerans, gülme, üzülme gibi davranışlar kontrol edilebilir. İnsandaki bu imkan, insanın elzem unsurlarına fayda sağlayacak şekilde değerlendirilirse kişi hayatını daha sağlıklı ve ideale yakın olarak yaşayacaktır. Peki bu imkan nasıl elzem unsurlara fayda sağlayacak şekilde değerlendirilebilir? Bu soruya doğru cevap vermek için öncelikle hangi unsurların elzem olduğuna karar vermeliyiz. İşte biz bu kararı şu şekilde verdik: Doğuştan gelen herhangi bir unsur, kişi tarafından etkilendiğinde veya kısmen değiştirildiğinde bireyin zihinsel yapısı bu durumdan kaotik bir şekilde etkileniyorsa, başka bir tabirle kişinin psikolojisi bozulmaya yüz tutuyorsa o unsur elzemdir ve etkilenip değiştirilmemeli, onun yerine korunup desteklenmelidir. Yani tüm düzeni ve kararları insanın doğasını önemseyerek oluşturmalıyız.
İnsanlarla ilgili hangi doğal unsurların elzem olduğuna kısmen karar verdik, şimdi bu doğal unsurların nasıl en doğru şekilde destekleneceğinin bulunması gerekiyor. İnsanlar sosyal varlıklardır ve birbirleri ile çeşitli ilişkiler içinde yaşamaya müsaitlerdir, insanların birlikte -uygun bir şekilde- hareket etmesinin onları çok daha verimli ve güçlü yaptığı gerçeği eminim hepiniz tarafından kabul ediliyordur. İşte biz, bunun istenen şartların sağlanmasıyla birlikte gerçekleşmesinin bizleri harika bir verime ulaştıracağına inanıyoruz. İnsanlar zaten birlikte yaşamaya müsaitlerdir, insanların birlikte barış içinde yaşamasına engel olabilecek davranışlar da akılvari telkinler ile net bir şekilde ortadan kaldırılabilir. İnsanların çok kuvvetli bir birlik hâline gelmeleri, bireylerin benliğini unutup kendisini bu birliğin bir parçası olarak değerlendirmesi mümkündür. Kendi içimizdeki sosyal bağların sağlıklı ve kuvvetli olması, bizlerin birliği ve kararlılığı için çok önemlidir. Çakışan fikirlerimiz karşısında sabırla ve adil bir bakışla tartışmalı, objektif düşünmeli, empati yapmalı, durumu sorgulamalı ve tayine yönelmeliyiz. Bağnazlıklarımız varsa kurtulmalı, hiç değilse bağnazlığımızın bilincinde hareket etmeliyiz. Duygularla beslenen fikirlerden kaçınmalıyız, ne kadar zor ve sancılı gelse de mantıklı gerekçeleri bulunmayıp duygularla var olan akıl yolundan uzak fikirlerden kurtulmalıyız. Cehaletten ve bilinçsizlikten akla ve ilme sığınmalıyız. Bilmiyorsak öğrenmeliyiz, biliyorsak öğretmeliyiz. Faydalı bilgileri diğer insanlarla, o değerli arkadaşlarımızla paylaşmalıyız.
Bazı nitelemeler kıyas gerektirir: doğru ve yanlış, uzun ve kısa, hızlı ve yavaş, güçlü ve güçsüz, güzel ve çirkin, başarılı ve başarısız, iyi ve kötü... Yani bu tür ifadeleri kullanırken "Neye göre?" sorusuna cevap vermek gerekir.
Genellikle bir şeyden "doğru", "kısa" ya da "yakın" gibi nitelemeler ile bahsederken kıyasa dair herhangi bir açıklamada bulunmayız; çünkü insanların bu tür nitelemeler için yaptıkları kıyas ve yargılar birbirleri ile uyuşur, bu durumda kişiler zihinlerindeki kıyasa dair açıklama yapma ihtiyacı hissetmezler. Buna birkaç örnek şu şekilde ifade edilebilir:
"Sence de hava bugün çok sıcak değil mi?" (Burada havanın kişi için uygun olan sıcaklığa göre çok sıcak olduğundan bahsediliyor.)
"Dostum sen bu oyunu çok iyi oynuyorsun." (Burada hitap edilen kişinin oynayışının hitap eden kişinin oynayışına göre çok iyi olduğundan bahsediliyor.)
Her yargı, özünde veri ve yorum gerektirir. Veriyi elde etme ve yorumlama davranışı da özünde kıyasa dayanır. Bu şekilde hayatta yargılarda bulunur ve tanımlamalar yaparız. Doğru ve yanlış kavramları da her bir insanın kendi zihninde tanımlanır aslında, bunun sonucu olarak kimi zaman bazı insanların fikirleri birbirine zıt olabilir. Bu durumda şunu anlamak önemlidir: Aklı başında bir yetişkin, neyin neye göre doğru olduğuna dair yeterince düşündüğü sürece başarılı bir muhakemeye sahip olabilir; yani herhangi bir olayın neye göre doğru ve neye göre yanlış olduğunu hatasız bir şekilde açıklayabilir. Kişi yine de belli bir durumu doğru, aksini yanlış bulmaya devam edebilir; bu durum, kişinin neleri doğru olarak tanımladığıyla ilgilidir. Biri herhangi bir durumun yanlış olduğunu söylerken başka biri aynı şey için doğru diyorsa, bunun sebebi doğruya dair tanımlananların farkıdır. İşte burada benim "Doğruların Doğrusu" adlı felsefe kuramım devreye giriyor: Doğru ve yanlış olarak yargılanan olaylarda, olayları yargılamak için esas alınan tanımlananların da doğru ve yanlış olanları var olarak düşünülmelidir; bu tanımlamaların doğruluk düzeyi ise fayda önemsenerek açıklanmalıdır. İnsan aklı ancak belli bir doğruya yöneliktir, kısıtlıdır, sınırlıdır. Her insanın üzerine olumlu/olumsuz etkilendiği belli olgular vardır. Bu olgular seçilemez, ancak anlaşılır. İşte anlama kısmı da akıldan geçer. Bu yüzden bir doğru/yanlış tanımlamasının faydalı olduğu düşüncesinin bir anlamı olması için akıl yolu izlenmiş olmalıdır. Akılsızca yapılan doğru ve yanlışa dair tanımlamaların anlamı yoktur, yargının gerçekten bir tanıma bağlı olması o yargıyı anlamlı kılmaz. Yargıyı anlamlı kılan akıldır. Fikirlerini akıllıca sentezleyen insanların fikirleri de elbette -zıt olmasa da- farklı olabilir. Bu meseleyle ilgili kendi fikrim basitçe tüm alemin ortalama kârına göredir.
İnsanların fikirlerindeki dayanaklar onların kâr saydıklarıdır. Bir insan alacağı hazzı kâr sayarken başka bir insan durumdan etkilenen herkesin memnuniyetini kâr sayabilir. Yukarıda da belirttiğim gibi akılsız bir fayda tanımı esas alınarak yapılan yargılamaların başarılı olması o şeyi kimse için haklı yapmaz. Fayda göreceleri için doğruyu uydurulamaz kılan durum, doğruluğun akla mail olmasıdır. Akıl sınırlıdır; aklınız ön planda olduğu sürece acı çekmeyi, tecavüz etmeyi, intihar etmeyi kâr güdemezsiniz. Akıl, sizi bağımlı olduğunuz durumlarca en uygun kâra götürür. Bu çok net bir şekilde memnuniyettir, hayatı en uygun şekilde yaşamaktır, hududu bilmek ve buna göre hareket etmektir. Doğrunun kişiden kişiye göre değişebileceğini ileri sürmek ve argümanı bu önermeden ibaret kılmak, eline bir toprak alıp "Artık elimdeki bu toprak Dünya'daki en değerli hazinedir." demek gibidir. Böyle bir tanım oluşturabilirsiniz, fakat ne anlamı var? Aklını zerre kullanan herkes zaten herhangi bir durum için birden farklı zannın söz konusu olabileceğini bilebilir. Belli bir hak dayanağı vardır ve o da akıldır. Doğrulukla ilgili akıldan noksan önermeler ancak doğruluk kavramını bulayan, bozguna uğratan palavralardır. Bir insan yanlış bir şeyi doğru sanabilir ve o zaman yanılmış olur. Hepimizin bağımlı olduğu, hak olan tek ve çelişkisiz bir fayda tanımı vardır, o da akılla anlaşılır. Bir kimse akıl karşıtı bir şeyi savunur ve "Bu benim doğrum." derse, bu sadece şahsın saçma bir yanılgı içinde olduğunu gösterir. Doğrular -yani belli fayda göreceleri için belli doğrular- değişmez, sabittir. Doğrular seçilmez, bulunur. Doğruları seçim olarak görebilen kimse gerçekten aklını hakkıyla kullanmamıştır.